Çok yoruldum...
Huzura ihtiyacım var...
Mutlu olmayak istiyorum...
Seni.......
2004’te,
bir kış akşamı,
gözlerinle çarpıştım Ankara'nın puslu soğuk havasında;
sigaramın ucu gibi yandı içim,
küllerim havaya karıştı.
2005’te,
ellerin avucumda bir martı,
denizin tuzunu yaladık dudak dudağa Foça'da Çeşme'de;
“mutluluk bu,” dedik,
yalan değil, gerçek bir yara gibi.
2006’da,
geceleri sokak lambası altında öpüştük,
gölgelerimiz duvarlara yaslandı;
sabahları uyanır uyanmaz
“seni seviyorum” dedik,
kelimeler bir ekmek gibi taze.
2007’de,
kavgalarımız bıçak sırtı,
ama barışımız baldan tatlı;
bir bakışınla eridim,
kar gibi, ter temiz
2008’de,
aşkımız olgunlaştı şarap gibi,
her yudumda daha derin,
daha keskin;
geceleri fısıldadık sırları,
gündüzleri paylaştık güneşin sıcaklığını;
bir bakışınla yeniden doğdum,
2009’da,
yorgunluk çöktü omuzlarımıza,
ama kol kola yürüdük;
adımlarımız ritim,
kalbimiz davul.
2010’da,
sonbahar yaprakları gibi döküldük,
ama köklerimiz toprağın içinde;
ayrılık değil bu,
bir durak,
bir nefes,
bir “hoşça kal” değil,
“yarın görüşürüz” gibi.
Aşk,
2004-2010 arası,
ne destan,
ne masal;
sadece iki insan,
bir avuç mutluluk,
bir tutam hüzün,
ve Can Yücel’in dediği gibi:
“sevmek, bir ömür boyu aynı kişiye farklı farklı âşık olmakmış.”
2 yorum:
Aşka gelmişliğin dışa vurumu ancak bu kadar yoğun olabilirdi... teşekkürler duygularıma tercüman olduğun için, güzel kardeşim...
Murakami’nin İmkansızın Şarkısı diye ünlü bir kitabı var. Nedense aklıma hep o gelir. Kaybedilen bir aşk ve büyüme sancıları… Özlüyorum o yılları.
Yorum Gönder